Anneme

6 February 2017

Aslına bakarsan çok matrak kadındın. Hatta belki de deliydin. Herkesin annesinden farklıydın ve zaman zaman çok güldürürdün beni. Ama bazı zamanlarda da senin yüzünden pek de bilmediğim, pek de yüzeye çıkmayan şiddette bir sinir yaşardım. Normal olmadığın kesindi kesin olmasına da daha normal bir kadın olmanı ben tercih eder miydim emin değilim.

Anılarım genellikle orta sondan falan başlıyor olsa da asla unutmadığım bazı anlar var (gerçi şimdi fark ettim ki bunlar da benim lise son ya da üniversite yaşlarıma falan denk geliyor): Örneğin sanırım lisedeyken yaşadığım şu Maltepe olayı.

Günde sekiz (sanırım) ders vardı. O gün nasıl oldu, neden denk geldi bilinmez, altı saatimiz boş ve ilk iki saatin büyük keyif içinde geçmesinin ardından boş dersler de son derece sıkıcı hâle gelmiş ve ben sıkıntıdan patlamak üzereyim. Aslında burası da tam bir muamma ama nasıl oluyorsa oluyor seninle telefonla konuşuyoruz (sanırım jetonlu telefondan ben aramıştım [hahaha… jetonlu telefon diye birşey vardı o zamanlar]) ve ben nasıl da sıkıldığımı anlatıyorum sana. Bu konuşma yanlış hatırlamıyorsam 10 – 11 sularında geçmişti aramızda.

Öğleden sonra oluyor, hayat gerçekten de çok sıkıcı ve bu sıkıcılığın dinmesine dair en ufak bir ümit de yok ufukta. Sonra biz tam da uzun eşek oynarken müdür muavini giriyor sınıfa. Bu arada şöyle bir de detay var tabii ki, babam Kapıkule davası yüzünden Mamak Cezaevi’nde ve hesapça benim çok stresli ve üzgün günler geçiriyor olmam lazım. Ama bi dakka bi dakka… ben öyle değilim; neden öyle değilim?

Neyse, müdür muaviniyle aramızda geçen kısa konuşmada senin telefon ettiğin ve benimle konuşmak istediğini öğreniyorum. Hemen muavinin odasına gidiliyor, üzeri camla kaplı masada duruyor telefonun ahizesi. Tuhaf, şimdi düşününce anlayamıyorum ama bende epey bir endişe hakim. Gerçi babamın kodeste olduğunu falan anımsayınca normal geliyor şimdi. Konuşmaya başlıyoruz senine:

“Boğaç, hemen eve gel, ben muavinle konuştum, izin verecek sana.”

“Anne, anneciğim (yalan bu kısmı, hiç anneciğim dedim mi sana ben acaba?) n’oldu (daha hüzünlü görünsün diye ‘ ile ayırdım)… n’oldu söyle bana… “

“Eve gel lütfen hemen… gelince söyleyeceğim… “

Bu konuşma üzerine, artık müdür muavinine de ne söylediyse, beni eve göndermeye karar verdiler. Bende tuhaf duygular var tahmin edersin. Korksam mı yoksa o kâbus gibi boş derslerden yırttım diye sevinsem mi bilemiyorum. Fırlıyorum okuldan ve heyecanla karışık bir korku içerisinde evin yolunu tutuyorum. Neyse ki TED’de okuyorum ve evimiz de Halk Sokak’ta ve eve gitmek en fazla on dakika alıyor. Gerilim çok fena ama… sen bu arada neler düşünüyorsun neler hissediyorsun hiç bilmiyorum. Aman bana ne zaten. Ben kendimle meşgulüm o an.

Eve yaklaştığımda, hâlâ gözlerimin önünde olan bir manzarayla karşılaşıyorum. Bizim evin camında biri mi var? Anne? Anne yoksa sen misin o? Yolumu gözlüyor olmanı gerektirecek kadar ciddi ne olmuş olabilir?

Bizim apartmanın hemen altına gelmeden daha, şimdiki kadar bozuk olmayan gözlerim yüzündeki ifadeyi anlıyor mu ne? Sen… sen… sen gülümsüyor olabilir misin? Tabii ki gülümsüyor ve belki de hayatımın sonuna kadar aklımda kalacak cümleyi seslendiriyorsun:

Bi Maltepe alsana!”

Yahu nasıl bir insanmışsın sen? Sonra anlatıyorsun bana; ben sıkılmışım okulda, sen sıkılmışın evde… üstüne üstlük bir sigaran bitmiş ve beni çağırıp sigara aldırmaya karar vermişsin. O anda kızsam mı sevinsem mi, rahatlasam mı öfkeye mi kapılsam bilemiyor ve tabii ki gülüyorum… Neden her şeyi bu kadar içine atan biriyim, biriydim ki ben?

Sonra başka hatırladıklarım da var elbette… Mesela mahalledeki herkesin üniversite sınavına girdiği yılı hatırlıyorum. O zaman dudak büktüğüm ama sonraları bütün hayatımın üzerine kurulacağı, hayatımı kazanmamı sağlayacak bölümü kazanmışım, bol bol hayal kırıklığıyla ve belki de çokça söylenerek andığım babamın öngörüleriyle: ODTÜ İngilizce Öğretmenliği. Mahalledekilerin bir kısmı, hiç istemedikleri bölümleri kazanmışlar ve okula gitmeyi reddediyorlar. Benimse okulda arkadaşlarım var ve okula gidiyormuş gibi yapmak bir şekilde işime geliyor.

Evin kapısı kırık. Şöyle hafifçe itince açılıveriyor. Hatırlıyorum, sabah saat sekiz falan, kapıda tıkırtılar oluyor: Teoman mı o gelen? Belki de Ruşen ya da Hakan ya da Serhat. Bizim mahallede kim varsa artık. Ben kalkıyor okula gidiyorum, onlar da aynı saatlerde, babamın erken gitmesini fırsat bilip bizim eve giriyorlar, davet edilmeye bile gerek duymaksızın. İlk iş çay suyu koymak elbette. Arada neler oluyor bilmiyorum tabii ama saat dört – beş gibi geldiğimde, seni bizimkilerle okey (okey büyük harfle mi yazılır?) ya da konken oynarken buluyorum. Ya nasıl bir kadınsın sen ya?

O yıl mıydı tam emin değilim de bizimkiler kolejden bir şeyler aşırıp bizim evde saklamaya karar vermişlerdi sen de büyük bir hevesle yardakçılık yapmış ve hemen saklayıvermiştin. Nasıl olmuştu, neden kendini bir ebeveyn gibi hissetmemiştin bilmiyorum… Neden normal değildin, normal olmayışın benim senden uzaklaşmama katkıda bulunmuş muydu?

 

Sonra bir televizyon meselesinden dolayı “silmiştim” ben seni. Annanemlerde birlikte kalırken bir gün ben evde yokken alıp gittiğin o dandik televizyon olmuştu seni silmeme sebep. Yıllardır sebebin bu olduğuna inandım da bu muydu emin değilim şimdi. Sonra ne oldun, kimler seni mutlu etti kimler üzdü bilmedim bir süre. İlk öğrendiğimde tepkiliydim ama birileri vardı hep yanında. Seni mutlu etmeye çalışan birileri. Mutlu olup olmadığını da bilmiyorum çünkü o ara benim annem değildin sanki ve ben de aramadım seni.

Bize gelmiştin Derin’i görmeye. Kafanın dikine gitmeye devam ediyordun her zamanki gibi. Sizi bırakırken beni deli ettin… belki de o zamanki kadar sinirlendiğim hiç olmamıştı. Ama şimdi düşünüyorum da, o arabadakilerden bir ben kaldım geriye, değer miydi diye. O zaman değiyordu, değmişti.

Bir anda sonuçlandı her şey. Bir pazar sabahı gelen bir telefonla…

O gün üzülmüş müydüm emin değilim. Hatırladığım kadarıyla üzülmemiştim; daha doğrusu ne hissettiğimi hatırlamıyorum. Bir daha görmedim yüzünü çünkü gerek yoktu. Ben seni güzel günlerle, bol bol güldüğüm o manyaklıklarınla hatırlamayı tercih etmiştim, belki de hâlâ bu yönde tercihlerim.

Ama bu sene ilk kez, ilk kez anneler gününde fark ettim yokluğunu. Belki de ilk kez özledim seni. Keşke burada olsaydın ve yine sinir etseydin beni.

Özlemişim…

Özlüyorum…

Image
Hİngal Yapıyoruz
Image
MOBİL YATAK PROCESİ
İnsanlık için küçük ama belki de bizim için büyük bir adım... Belki de kendi karavanımızı yapmamızın ilk adımı. Kızıma yatak yapıyoruz. Şöyle gecenin kör karanlığı çöktüğünde mışıl mışıl uyuyabilmek için. Bakalım becerebilecek miyiz?
Image
BİR GÜZEL KIZIN ARDINDAN